26 Şubat 2005

zırıltılar

çoktan üstümden attığımı zannettiğim varlığımı önüme seren kalabalığın aptal bakışlarını üleştiriyorum kendi oyunlarına..
hiçlik..
sessizlik.. bir hezimet bu! inançla inançsızlık arasında kıvranan ruhlarına bakıp, kentin yeniden yaradılışına dair bir safsata üretiyorum..
meğer gerçekten herşey yalanmış..
ben de bu yalanlara katlanmaya çalışan ufacık bir kobaymışım..
tüh!
aramızda mesâfe bıraksam bir boka benzeyecek miydi hislerimiz?
kaç kalibrelik bir niyetti
ne pahasına umutlarımız?
kaçtan satışa çıkmıştı kuruntularım; bunu bir ben bilmeliyim! bir ben tefekkür etmeliyim.. birileri hep oynuyor, birileri hep susuyor
du..

21 Şubat 2005

cinnet şiiri

üzerime göçen kent
dilsiz harabelerini
boyuyor gideceğimlerden geldiğimlere…
kuru
mor bir temas bırakıp omzuma
melek gülüşü
karanlıkta bile mâsum
kararlı, kösnüye denk bir inançtan taşan
günahlar bırakıyor..

anlıyorum
bu pencerelerden fışkıran kâinat
bile olsa
medeniyetin târumâr ettiği kimlikler
birer birer solacaktır…
sen de parçalanıp
umudu kanatan aydınlığınla
masamda ölü bir mücâhit
olarak yerini alacaksın..

hiç aldanmayacağız..

19 Şubat 2005

şiir

-I-

İç içe geçmiş gri bir öğreti
şimdi dilime yapışan..
ıssızda söylenmiş!

masaaltı cinlerinin tedavisi için kullanıyordum
kemiğin kemiğe çarptığı anları..

o ahmak muhatapların ayaklarını silerek
antredeki paspasa
hiçliklerini yudumlayarak apansız
kör inime daldıklarını görüyordum kâbuslarımda..

hangisi önce alınacak diye
hangisi önce sıyrılıp uçuverecek diye iddialaşırdım gizli,
gizli bir şey varmış gibi sanki aramızda
susup tavandaki ışıklı asfalta yanaşan
mızıkçı tayfalarla dolu kakalakları seyrederdik sonra…

böylece hiçbirimiz kolayına ağlayamazdı..
böylece parıltılarımızı emen sözleri
halının altına süpürüverirdik aklımızca..
aklımız.. biraz hata biraz kan biraz ucuz şarap
biraz merak biraz serzeniş…

herşeyden haberdâr olmanın onuruyula
kulaklarımız dikilir,
zehrin tenden arza zerkedilişini hayâl ederdik..
bildiğimiz herşeyi öyle unutverirdik aklımızca..
aklımız.. unufak olur
kıçımıza kaçacak zannederdik
arada sırada odaya dalan annemin söylediğince..





-II-

bütün şiirlerin kalabalıklarda met-cezire çıktığını okumuştum
bir takvim yaprağının arkasında... yutkunamamıştım, susup ardında asılı aynaya
yapışıvermiştim, bunaltıcı bir yaz gecesi…
telefonum çalmıştı uzun uzun.. sebepler aramıştım bir süre
sebepleri bırakıp şehri çapalamaya başlamıştım… günlerce, aylarca, senelerce
çalakalem çapalayıp durmuştum şehrin altını üstünü
efkâra şeklini veren canavarla karşılaşacağımı zannederek..
oysa etimi esir alan medeniyetin
bulanık bakışlarında
cellâtımla tanışmıştım
sadece cellâtımla..

artık hiçbir masal esrârıyla sarmıyor,
hiçbir esrar masal anlatmıyordu hâriçten..

şehir çürümüş heybetiyle şuurumda kalıp kalacak son muştusunu da
silip süpürmüş, aşkla ilişkilenen ne varsa hayatta
bir dikişte içmişti
çatlamış bir çeşm-i bülbülün dudaklarından…


-III-

ne gönenç ne umar ne tersine esen kelimeler var dudaklarımda
sanki gittikçe koflaşan bir sûretin
kayıp üveysiyim..

balçığa akseden mehtaba sıkılan
gümüş bir kuruşunla kanatlanan ruhumu
dilsiz şarkılarla ıslah eden beismişçesine
göğüs kafesimde çırpınan iblis
nasıl sinsice nefes alıyorsa içimdeki
loş bahçede,
ol mahcerime tecâvüz eden zihniyle
rızkını arar durur asırlar ötesinden…