12 Temmuz 2010

düğümlenmeler


Daima korkular nakşediyor. Parmakuçlarını kemiriyor. Aynaya daha az bakıp, “tapınaktaki leoparlar”ı düşünüyor.

Kutsalın en tenha loblarına parkedip, yasak kapılardan geçiyor. Bunları öylesine rahat yapabiliyor ki, yanınıza gelip de kulağınıza soğuk nefesiyle isminizi fısıldayana dek varlığını farketmiyorsunuz bile.

Yokluğunu kullanıyor yakıt olarak.

Hırçınlaşıyorsunuz ister istemez. İstemeseniz de seviveriyorsunuz, anlamasanız da kabullendiğiniz gibi.

Kolay.

Yükseksesle çektiği söylevlerin esiri olunca bir iki adımda kaçabilmeyi hayal ediyorsunuz. Hayal edebildiğiniz yegâne şey bu olduğu için ya da acı çekmenin de bir erdem olabileceğini düşünmediğiniz için.

Şehrin merkezine yerleşiyor. Kalbine. Hücrelerinin ruhunuza –evet, bir ruhunuzun olduğu ve temâs edilebileceği gerçeği de ürkütüyor, lâkin- bu temas edişini nasıl pazarlayabileceğinizi öğreniyorsunuz Zamanla.

Arsız. Israrcı. Zoraki.

Hazır-duruşlar, maaşlı rûyalar, refleks ninniler, ilânihaye bir çeşitliliğin vakur, nimetlerinden faydalanmaya niyetli içgüdüleriniz sizi İnsan yapmaya yetebiliyor.

Huzur, muadili olmayan bir element,

sebepsiz bir karantina hâlini alınca

dudaklarınızda mesut bir tebessüm

ân’ın melekleriyle sarmaşdolaş oluveriyorsunuz…


Oluş’a dair nükseden travmalarla dolu ceplerini arka koltuğa boşaltıp, en nâdir mısraların yetiştiği coğrafyalara doğru son sürât uzaklaşıyor.

Hiç yorum yok: